Şükriye, bütün çocuklarını kaybetmiş gibi dertliydi...

A -
A +
 
Hep Ali’sini düşünüyordu: “Acaba yavrum sınıfını, yeni arkadaşlarını muallimini sevdi mi?.."
 
Şükriye Anne, çaresiz ve çeşitli endişelerle doluydu. Eskiden oldukça sevimli, hoş sohbet ve hafifçe toplu birisi sayılırken, şimdi zayıflamış, iyice sessizliğe bürünmüştü.
Çayını son defa yudumlarken karmakarışık hislerle, komşulara teşekkür edip çocuklarıyla birlikte fırıncıların hanelerinden ayrıldı. Hep Ali’sini düşünüyordu. “Acaba yavrum sınıfını, yeni arkadaşlarını muallimini sevdi mi? Hastalığı hakikaten geçti mi, yoksa alttan alttan devam mı ediyordu?” diye çeşitli suallerle meşguldü kafası. Sanki harpte iki ateş arasında kalmışlar ve küçük yaştaki iki çocuğu öldürülmüş, kocası ise bu esnada habersizce ortadan kaybolmuş, ölenleri defnetmek ve kendi mevtini beklemek için evine geri dönmekte olan esir gibiydi.
Doğrudan, kestirmeden gidebileceği en yakın yola yöneldi. Bütün korkular ve endişeler onun başına üşüşmüştü. Yoksa bunlar, aklını oynatma işareti, belirtisi miydi? Komşuları da; “Zavallı kadın, ne yapsın? Şehre koşuyorlar rahat etmek için, burada daha perperişan oluyorlar” diye düşündüklerinden olsa gerek ona yardım etmek istiyorlardı ama bir şey diyemiyorlardı. Çünkü henüz kimse kimsenin huyunu, suyunu bilmiyordu.
Yüzünde gözleri görmeyen bir âmâ ifadesi vardı. Donuk, şaşkın, kederli bir hâlde ağaçların arasından, bahçelerin duvar diplerinden geçti. Artık onun için şu âlemde var olan ya da gelecekte olabilecek hiçbir şeyin ehemmiyeti yoktu. Bundan sonra olabilecek şeyler de onu heyecanlandırmayacak, ona huzur ve saadet veremeyecekti. Yalnız evlatları sağ salim olsun, kimseye muhtaç olmasınlar yeterdi. O, sonsuz bir acıya ve tükenmesi mümkün olmayan bir kedere sahipti. Bundan da şikâyeti yoktu. Olsa da faydası yoktu.
Şükriye Anne, bütün çocuklarını kaybetmiş gibi dertliydi. Bu duygularla iyice yorulmuş, oldukça bitkin düşmüştü. Bedenen bu âlemde görünse de bu dünyada var olan her şeye karşı alâkasızdı. Girdiği patikada âdeta rüzgârın savurduğu kuru bir yaprak gibi sağa sola savruluyordu. Karşılaştığı her şey ona kayıtsızdı, o da onlara… Veya garipliğin vermiş olduğu hassasiyetle öyle görünüyordu...
                       ***
          SINIFTA İLK GÜN
Bugünkü hedefi, yeni okuluna kavuşmaktı. Şu karşı iki katlı büyük bina, hasretinin biteceği yolun sonuydu. Girdiği patikadan çıkmadan devam ederse orman gibi bir ağaçlığın içine girecekti. O zaman yolun sonrasının nereye varacağını kestiremiyordu. Dikkatli olmalıydı. İlk defa geldiği bu yerlerde geri döndüğünde evi bulabilecek işaretlere ihtiyaç vardı. Bu nasıl bir yoldu, böylesi köyde bile yoktu? Annesi, babası ona çok itimat ediyordu. Onların üzüleceği hiçbir şey yapmamalıydı. Tabii asıl mesele; niçin hep aile ve ev merkezli düşünüyordu? Bir eli cebinde, bir elinde poşet içinde kitap ve defteri, diğer bir poşette de bir dilim ekmek vardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.