Ne vakit karanlık kaplasa yeri, Başlar çocukların büyük kederi...

A -
A +
O gece ve her karanlık çöktüğünde kimin ne dediği umurunda olurdu bütün iliklerine kadar...
 
En çok akşamüstleri canını sıkıyordu, eli boş olduğunda. Dönüş yolları herkese istirahat, evlâd-ı iyalına kavuşma, aile içi huzur demek olmasına rağmen ona tam tersi gibi en ağır işkence geliyordu. Şükriye’nin ne kadar da; “Bey, sağ salim geldiniz ya sizden başka beklediğimiz yok. Kimsenin bizi duymasına, anlamasına da lüzum yok” deyip teselli etseydi de o alacağını alır, ölüm mahkûmu gibi infazını beklemek üzere köşesine çekilirdi. O gece ve her karanlık çöktüğünde kimin ne dediği umurunda olurdu bütün iliklerine kadar. Çünkü bu saatlerde kendiyle çatışmanın, uyuşmazlığın zirvesinde sayılırdı. Asrın bu berbat hastalığını yaşayan sadece onlar mıydı?
“Düzenden, intizamdan uzak bir yolculukta, kendi kendine direnen doyumsuz isteklerin tadını bilir misiniz? Ben en âlâsını bilirim. Bu acayip bir şey… Nerede, nasıl olduğu belli olmayan, açıktaymış gibi görünse de en kuytu yerlerde kendisini saklamaya muvaffak olan bir tat. Ne tuhaf, değil mi?” diye söylenerek yürüdü Yusuf.
Madem güneş, çıplak sokaklar kadar tenini sahiplenmiş, ne kadar kaçsa da kaçsın nafileydi! O vazifesini yapıp yakacak ve kavuracaktı. İnsanı baştan çıkaran geceler ise içini tutuşturuyor ve gündüzden daha çok uğraştırıyordu. Biri dışını, diğeri de içini yakıyordu görünmez ateşlerle. Bunların dışında “diğer vakitler” dediği zaten yoktu, hiç olmayacaktı. Olsaydı o saatleri bekleyebilir; birini, ötekini, bir diğerini mutlaka yakalardı. Yoktu ki yakalasaydı. Günlerden hangi günü canı isterse o gün sıkıntılarını terk edebilirdi. Yeter ki böyle bir imkân önüne gelseydi. Bütün kötülükleri yapacaklarını bilse de yine de ona kavuşmak için elinden geleni yapardı. Kafasındaki bu hoşnutsuz kelimelerin arasında bozuk bir para sesi gibi şangırdamaktı bütün yaptığı. Boş ve neticesiz debelenme. Bu sessiz ve sadece kendinin bildiği gizli ölüm, tek başına yetiyordu ona. Belki de bütün bunlar bir kuruntuydu. Uyumsuzluk çoğaldıkça kendisini gösteren ağdalı bir ruhi bunalımdı da o bilmiyordu teşhisini.
“Ah benim hayal kutumun içinde debelenen gürbüz, gürbüz olduğu kadar kendini akıllı sanan deli cahilliğim!” dedi, yürüdü Yusuf. Gözünün önünden yavruları hele Ali’si hiç gitmiyordu. O ne büyük şeyler düşünüyordu öyle?
 
Kafesli evlerde ağlar çocuklar,
Odalarda akşam olurken henüz.
O zaman gözümün önünde parlar,
Buruşuk buruşuk, ağlayan bir yüz.
 
Ne vakit karanlık kaplasa yeri,
Başlar çocukların büyük kederi;
Bakınır, korkuyla dolu gözleri:
Ya artık bir daha olmazsa gündüz?
 
Gittikçe kesilir derken sedalar,
Gece; bir siyah el gözümü bağlar;
Duyarım, içime sığınmış, ağlar,
Bir ufacık çocuk, bir küçük öksüz...
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.