“Kim bilir bu âfet, ne canlar yakacak?” dedi Küçük Ali...

A -
A +
Yanı başında durmadan bir şeyler okuyan babacığı, bu olup bitenleri görmezlikten geliyordu.
 
Köy yerlerinde kimi zaman kuraklık, kıtlık, bazen de yağmur, dolu, sel olurdu. Olurdu ama böylesini hiç görmemişlerdi, şimdi burada şahit oldukları bambaşka bir musibetti. İsmi henüz konmamış bir felaketle karşı karşıyaydılar.
“Kim bilir bu âfet, ne canlar yakacak?” dedi inledi Küçük Ali… Yanı başında durmadan bir şeyler okuyan babacığı, bu olup bitenleri görmezlikten geliyordu. Sanki sel, felaket, ağlaşan, bağrışan insanlar yokmuş, her şey normalmiş gibi davranıyordu. Ali, daha fazla dayanamadı:
- Babacığım bu ne rahatlık? Herkes korkuyla bir köşeye sinmiş! Ağlayanlar, sızlayanlar!
- Ecdat, "Korkunun ecele faydası yok..." derdi evlat. "Korkmak" tehlikelerden kurtarıyor, işi istediğimiz kıvama getiriyorsa hep birlikte en yükseğinden korkalım, ağlayalım, rahatlayalım.
- Ne bileyim, bu kadarı da fazla değil mi babacığım?
- Bak evlat! Olup bitenlere üzülmek farklı şey, korkmak farklı… Ben de etten, kemikten yaratılmış aciz bir kulum. O kadar canı yananları görüp içimin kavrulmaması mümkün değil! Eşyanın tabiatına aykırı bir kere. Tarifsiz acı çekiyorum, hem de ne acı. Farkı; sadece senin dediğin manada korkum yok, ya da "yok" diyebileceğim kadar az görünüyorum. Evlat; "CESARET" ile "ESARET" arasında tek bir harf var lakin mana ne kadar ters ve de neticeye ne kadar tesir edip değiştiriyor, değil mi?
- O başka, o başka baba!
- Evlat, vara yoğa KORKMA! Bak bir menkıbeyle anlatayım niçin korkmamak lazım geldiğini.
- Anlat babacığım.
- Malum, böyle kenar mahallelerde, köylerde, neredeyse her evin horozu olur, onlar da her sabah, âdetleri üzere öterler. Cenâb-ı Allah, onları öyle yaratmış, sanki kurulu saattirler. İlk şafak atmasıyla birlikte bakarsın derinden derine başlarlar, “üürü üüüü” çığlıklarıyla dağı, taşı inletmeye. Biri başlamaya görsün, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Uzaktan yakından, kalın ince sesler birbirine karışır; “Üürü üüüü…” Çalar saat olmadan önce sabah namazına o seslerle kalkardı bütün millet. Hikâyemiz de horozla alâkalı. İşte bir evin horozu da böyle vakti gelince keyifle ötüyormuş. Onu kesmeye niyetli olan sahibi, bir bahane arıyormuş, en nihayetinde bulmuş. Bir gün horoza demiş ki; "Her gün ötmenden huzursuz oluyorum, bir daha ötersen keserim seni !"
Horoz, pek üzülmüş fakat, canından olmamak için ötmeyi bırakmış ve şöyle düşünmüş; “Bir ben ötmesem ne olacak, bir sürü horoz kardeşim var... onlar dağı taşı çınlatırlar! Bana ihtiyaç duyulmaz bile."
- Horoz doğru demiş baba.
- Sonuna bakalım evlat! Kafayı horoza takmış ya… sesi kesilse de adamın niyeti bozuk. Bir süre sonra sahibi yine gelmiş ve demiş ki; "Eğer tavuk gibi gıdaklamazsan seni keserim!" Fena üzülmüş hem de çok, fakat başka çaresi olmadığını düşündüğü için gıdaklamaya başlamış. Ne yapsın garibim? Dediğini yaparak canını kurtarmış!
- Ne kadar sıkılmıştır horoz! Tabiatına aykırı iş yapmak, ölümden de beter gelir herhâlde. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.